- 26 Temmuz 2022
- Yayınlayan: yonetici
- Kategori: Güncel Yazılar
OSMANLI DEVLETİNDE HUKUK UYGULAMASI
HUKUKUN MODERNLEŞTİRİLMESİ HAREKETİ[*]
Burada ‘Osmanlı İmparatorluğu’ terkibi yerine ‘Osmanlı Devleti’ terkibi bilinçli olarak kullanılmıştır. Zira bu koca Devletin bıraktığı veya elinden zorla alındığı topraklarda önceki zamanlarda da sonraki zamanlarda da Osmanlı Türkçesi kullanılmaz olmuştur. Oysa Sömürgeci İmparatorluklar, bir kısım sömürgelerinden geri çekilseler de oralarda hâlâ dilleri konuşulmakta, kültürleri yaşana gelmektedir. Bunun örneği İngiliz, Rus ve Fransız gibi Devletlerin sömürgelerinde her an müşahade edilir.
Çünkü Osmanlı birey merkezli bir toplum; Devlet ise, onlara hizmet eden (hâdim), yardım eden; onların diliyle, kültürüyle onları başbaşa bırakan hukukuna riayet eden taazzuv etmiş (örgütlenmiş) bir yapıdır.
Burada hukukî hayata yön verene iki kaynak; Kur’ân ve Sünnettir. Bu iki temel kaynağın temel ilkelerine ters düşmemek üzere yerel örfler, bölge şartlarına göre oluşmuş kurallar canlılığını korumuştur. Nedeni ise, Mecelle md. 37 ifadesiyle “Nasın istimali bir hüccettir ki anınla âmel vacip olur.” İşte ilk dönemlerden itibaren yazılmış hukuk (fıkıh) kitapları –külliyâtı- yörelerin büyük hukukçuları tarafından durmadan zenginleştirilmiştir. Hukukî hayata Devletin fazla müdahalesi olmadığı gibi, başından itibaren Devlet de bu konuda buyurgan bir Devlet iddiasında bulunmamıştır.
Asırlarca süren bu durum, Avrupa’da sanayide olduğu gibi, sosyal düzen kurallarından biri olan hukukta da Kodifikasyonlar (Hukukta en azından sistematik yönden) modernleşmeler başlayınca benzeri girişim Osmanlı Devletinde de olmuştur. Hareketin başında ve ön planda merhum Ahmed Cevdet Paşa görülür.
Ahmed Cevdet Paşa 1238/1823 de Lofça (bugün Bulgaristan toprağı)’da doğmuş, ilk öğrenimi sonrası Tahsil için İstanbula gelmiş, tahsili sonrası hep İstanbulda Devletin üst düzey makamlarında hizmet sunmuştur. A. C. Paşa 1312 /1895 yılında vefat etmiştir. Kabri İstanbul Fatih Camii haziresindedir.
Osmanlı Devleti yapısında 1868 yılında kurulan Divân-ı Ahkâm-ı Adliyye”nin başına getirilmiştir. Başkanlığında, Heyet 1877 yılına kadar (Dokuz sene gibi bir zamanda), 16 Kitap ve 1851 maddeden oluşan ‘MECELLE-İ AHKÂM-I ADLİYYE’ kısaca Mecelle hukuk külliyatını kodife etmişlerdir. Temelde O zaman kadar sürüp gelen İslam Fıkhının temel metinlerindeki kuralların bir formulasyonu, maddeler haline getirilişi şeklidir. Kitabın en başında yer alan “Esbâb-ı Mucibe Lâyihası”nı her hukukçunun okuması lazımdır.
Mecelle kuralları, Cumhuriyet döneminde Türk Medeni ve Türk Borçlar Kanunları uygulamaya girene (1926)’ya kadar Osmanlı topraklarında ve Cumhuriyetin başına kadar uygulanagelmiştir. Balkan devletlerinde 1928’de, Ürdünde 1951’de, Irakta 1954’de ve Kıbrıs’da 1968’de uygulamadan kalkmıştır. Bu önemli Hukuk Külliyâtının en meşhur şerhi ise, Ali Haydar Efendinin “Dürerü’l-Hükkâm Şerhu Mecelleti’l-Ahkâm” eseridir. Yıllarca Osmanlı Mekteb-i Hukuk eğitim kurumlarında okutulmuştur.
Batıda “Maxims Law” veya “Tabiî Hukukun Temel İlkeleri” da olarak adlandırılan ‘Küllî Kâideleri’ Mecellenin baş kısmında YÜZ madde halinde ifade etmiştir. Günümüzde dahi geçerliliğini koruyan bu ilkeler (genel kurallar) sanki şiir gibi ifade edilmiş. Sırf onları lafzan bilmek yetmez. Uygulamadan örneklerle açıklamak gerekir. İşte oradan birkaç Küllî Kaideyi burada kısa açıklamalarla konuşmamızı (yazımızı) bitirelim:
Madde 8.- “Beraat-ı zimmet asıldır.” Masumiyet karinesi. Hadiste de “Her çocuk İslam fıtratı üzere doğar. Sonra onu ebeveyni kendi dinî inancına göre eğitir. Müslüman iseler o da Müslüman olur; Hristiyan iseler Hristiyan; yahudî isler o da Yahudî olur.”. İslamda ‘Ezelî Gnâh’ kavramı yoktur.
Madde 3.- “Ukudda itibar makâsıd ve meâniyedir, elfâz ve mebâniye değildir.” Günlük hayatta sözleşmelerde geçerli olan maksadlar ve anlamlardır. Kelimeler ya da terkipler değildir. Bir kişinin sözlerini okumak suretiyle niyet okunmaz. Ya da dışa dökülmemiş sözlerle niyeti cezalandırmak olmaz…..
Madde 30.- “Def’i mefasîd, celb-i menâfiden evlâdır.” Kötülükleri önlemek, çıkar sağlamaktan öndedir, daha üstündür. Bu temel ilke de Kur’ânda sıklıkla geçen “el-emru bi’l-ma’rûf ven’nehyu ani’l-münker” (iyilikle emir ve kötülüklerden sakındırma) ilkesinden kaynaklanır. Bu ilkeye uyumu sağlayan en baş ibadet ve hareket; bireyler için NAMAZdır, Devlet için ise ADALETtir.
[*] Prof. Dr. Ali ŞAFAK; Emekli Öğretim Üyesi, Hukukçu-İlahiyatçı.