COVİD-19 Salgınının Ekonomik Etkileri

Bilindiği üzere bilim dünyasınca daha önce farklı türleri bilinen bir Korona virüs ailesinin bilinmeyen yeni bir tipi olan COVİD-19 virüsü, 2019 yılının son aylarında ilk kez Çin’in Vuhan şehrinde görülmüş ve 2020’nin ilk aylarında hızla bütün dünyaya yayılmıştır. Çok hızlı yayılması, özellikle akciğerde ve solunum fonksiyonunda rahatsızlık vermesi nedeniyle 60 yaş üzerinde ve kronik hastalığı olan kişilerde öldürücü olabilen bu virüs salgını toplumlar üzerinde önemli bir etki oluşturmuştur.

Virüsün yayılma hızı ve özelliği, yapısının bilinmezliği, kuluçka süresi, bir aşı ve ilaç tedavisinin olmaması gibi sebepler, virüsün ortaya çıktığı toplumlarda sosyalleşmenin sınırlandırılması zorunluluğunu ortaya çıkarmış, gönüllü veya zorunlu sokağa çıkma yasakları konularak virüsün yayılma hızının azaltılması en etkin önlem olarak uygulanmıştır. Bu kapsamda, uluslararası ve şehirler arası seyahat kısıtlamaları getirilmiş, okullar tatil edilmiş, insanların biraraya geldiği, sosyalleştiği restoran, kafe, bar ve benzeri işyerleri kapatılmış, spor ve kültür etkinlikleri iptal edilmiş, evden çalışma imkanı olanların evden çalışmaları teşvik edilmiştir. Bu durum ülkelerin ekonomilerinde kısa vadede önemli olumsuz etkiler ortaya çıkarmıştır.

Ülke ekonomilerinde ortaya çıkan olumsuzluklar, arz ve/veya talebin azalması veya tamamen bitmesi, tedarik zincirlerinin bozulması, üretimin durması gibi aslında ekonominin bütün çarklarının durması ve bunun sonucunda işsizliğin hızla artması şeklinde kendini göstermiştir. Sonunda ölümün de olduğu önemli ve toplumun tamamını ilgilendiren bir sağlık sorunu olması hususu dikkate alındığında, bilim adamlarının görüşleri çerçevesinde sosyal hayatın ve bu çerçevede iş yaşamının bir süre durdurulması, gecikmeden alınması gereken bir önlem olarak ortaya çıkmaktadır.

Sosyal hayatın aniden durdurulması sağlık açısından çok öneli bir tedbir olsa da ekonomik olarak pek çok olumsuz durumu içermektedir. Gelirleri azalan işyerlerinin ve çalışanların özellikle kısa vadede ödemesi gereken borçları, faturaları ve asgari yaşam maliyetlerinin ödenememe / karşılanamama durumu ortaya çıkmıştır. Bu durum özel sektörün çok önemli bir kısmını ilgilendirdiğinden devletleri bu konuda acil tedbir almaya yöneltmiştir. Parasal, mali ve sosyal alanda çok çeşitli tedbirler ülke ekonomilerinin gücü oranında alınmaya başlanmıştır. Bu amaçla Merkez Bankaları faiz indirimi, tahvil alımı, finansal kuruluşlara likidite temini gibi imkanlarla piyasadaki para miktarını artıracak para politikası önlemlerini yürürlüğe koymuş, hükümetler işyerlerine, vatandaşlarına, özel sağlık kuruluşlarına nakdi yardım paketleri açıklayarak mümkün mertebe bu salgın nedeniyle oluşacak ekonomik sıkıntıların kısa vadeli olumsuz etkilerini azaltmaya çalışmışlardır.

Ülkemiz açısından olaya bakıldığında da benzer önlemlerin alınmaya çalışıldığı gözlemlenmektedir. Geliri olmayanlara nakdi yardım, esnaf için kamu bankalarından düşük faizli kredi imkanı, Kredi Garanti Fonu imkanlarının artırılması işverenlere işçi çıkarmamaları koşuluyla kısa çalışma ödeneği şartlarında kolaylaştırmaya gidilmesi gibi bir takım ekonomik önlemler alınmıştır. Toplam tutarı 100 milyar TL olarak belirtilen bu önlemler paketinin Gayri Safi Milli Hasılanın yaklaşık %2’si kadar olduğu belirtilmiştir. Merkez Bankası da benzer şekilde özellikle bu dönemde yoğun nakit ödemesi gerçekleştirmesi beklenen İşsizlik Fonunun likidite imkanını artırmaya yönelik tedbirlerin yanı sıra piyasanın ve bankaların likidite imkanlarını artıracak politika değişikliklerine gitmiştir. Politika faiz oranında ve zorunlu karşılıklarda indirim yapmıştır.

Olağanüstü bir kriz döneminde olağanüstü tedbirlerin alınması doğrudur ve gereklidir. Ancak yeterli olup olmadığı ve zamanlaması tartışmalıdır. Özellikle dar gelirlilerin, esnaf ve KOBİ’lerin ayakta kalmaları için desteklerin, bürokratik süreçler tamamen kaldırılarak artırılması gerekmektedir. Asgari ücretle kayıtlı veya kayıt dışı olarak çalışanlara hiçbir şart aranmaksızın ve bürokratik işleme gerek kalmaksızın nakdi destek verilmelidir. Belli şartları taşıyanlara kısa çalışma veya işsizlik ödemesi yapılması yeterli değildir. İşverenlerin üzerlerindeki vergi ve sosyal güvenlik yükleri geçici süreyle kaldırılmalıdır. Erteleme çözüm değildir. Bu süreçte daha fazla çalışmak durumunda olan özellikle sağlık sektörü çalışanları, güvenlik görevlileri ve diğer resmi ve özel sektör çalışanları ödüllendirilmelidir. Özel hastaneler bu süreçte mutlaka desteklenmeli, virüsle mücadele güçleri artırılmalıdır. Tarımsal üretimde en kritik döneme rastlayan bu süreçte tarım sektörüne gerekli destekler, gecikmeksizin bir an önce verilmelidir. Bütün bu destekler için gerekli kaynak, hükümet harcamalarında tasarrufa gidilerek, gerekirse üst düzey kamu görevlilerinin maaşlarından kesinti yapılarak, Merkez Bankası tarafından, belirli ve şeffaf bir plan dahilinde, para basılarak yurt içinden sağlanabileceği gibi, yurt dışındaki parasal genişleme yapan Merkez Bankalarından, bu salgına karşı ülkelere destek olacağını belirten IMF gibi uluslararası kuruluşlardan da sağlanabilir.

 Öte yandan COVİD-19 salgınının ekonomi üzerindeki etkileri daha uzun süreceğinden daha uzun vadede yapılması gerekenlere aşağıda yer verilmiştir:

  • Ülkemizde en önemli sorunlardan biri kurumların yetkinliği ve güvenilir olması sorunudur. Kurumların kendilerinden beklenen, ilgili oldukları alanda bilimsel temellere dayalı olarak çalışma yapmaları ve görüşlerini bağımsız bir şekilde oluşturmalarıdır. Ancak son yıllarda kurumlarımız kendinden beklenen çalışma şekli yerine siyaset kurumunun ve popülist politikaların etkisinde çalışmakta ve görüşlerini oluşturmaktadır. Nitekim COVİD-19 salgınına yönelik olarak vatandaşların en büyük güven duyduğu kurum, kapsayıcı bir şekilde çeşitli alanlarda konusuna hakim bilim insanlarıyla oluşturulan ve çalışmalarını bilimsel esaslara göre yürüten bir danışma organı olan Bilim Kuruludur. Bilim Kurulu’nun görüşlerine uygun bir uygulama benimsendiği ölçüde salgınla mücadelede başarı sağlanabilmektedir. Öte yandan uygulama gücü olmayan bu Kurulun vermiş olduğu görüşlerin popülist politikalar veya bazı menfaat gruplarının etkisi nedeniyle uygulanmaması veya geciktirilerek uygulanması virüs ile mücadelede başarısızlığa yol açmaktadır. Nitekim bilim insanlarının bütün uyarılarına rağmen virüsün etkisinin başlangıçta hafife alınması ve karantina şartlarının gecikmeli uygulanması virüsün toplumdaki yayılımının ve etkisinin çok daha fazla olmasına yol açmıştır.

Bu sadece ülkemizde geçerli bir durum değildir. ABD’de ve İngiltere’de olduğu gibi bilim dünyasının bütün uyarılarına rağmen virüsün etkisini hafife alarak ekonomik ve politik sebeplerle gerekli önlemleri almayan ülkelerde virüsün etkisi çok daha ağır yaşanmaktadır.

Üstelik bağımsız bilimsel görüş üretmesi beklenen kurumlardaki politika etkisi sadece ulusal kurumlarda değil uluslararası kurumlarda da gözlemlenebilmektedir. Nitekim Dünya Sağlık Örgütünün COVİD-19 salgınında küresel pandemi ilanındaki gecikmeli kararı, Çin’in etkisiyle bu örgütteki görevi alabildiği belirtilen Direktörün Çin’i koruyan tavırlarından kaynaklandığı ifade edilmektedir.

Dolayısıyla kapsayıcı bir yaklaşımla oluşturulan ve popülist, günlük siyasetten uzak, tamamen bilimsel esaslara göre çalışan kurumlar oluşturmak ve bu kurumların görüşlerine önem vererek politikalar oluşturmak gerekmektedir.

  • Kurumlarla ilgili bu sorun, ekonomi alanında faaliyet gösteren kurumlar açısından da geçerlidir. Nitekim COVİD-19 salgını nedeniyle sosyal ve ekonomik hayatın yavaşlatılmasının hem makro hem de mikro düzeyde etkilerini azaltabilmek için en önemli görev Merkez Bankalarına düşmüştür. Merkez Bankaları ellerindeki imkanları ve politika araçlarını, oluşan ve oluşacak likidite krizini yönetmek için kullanmak durumunda kalmışlardır. Bu yönde de kararlarını kısa sürede almışlardır. Ancak ülkemizde bir süredir popülist politikanın ve gündelik siyasetin etkisi altında kalan ekonomik kurumlarımız virüs salgını nedeniyle oluşan krize maalesef, tabiri caizse, cephanelerini tüketmiş bir vaziyette yakalanmışlardır. Son yıllarda günlük siyasi amaçlarla Türk Lirasını desteklemek için uygulanan politikalar hem kurumlarımızın kaynaklarını azaltmış, hem de ulusararası yatırımcılar nezdinde kurumlarımıza karşı bir güvensizlik yaratmıştır. Merkez Bankası ABD Dolar kurunun yükselmesini önlemek üzere bir süredir kamu bankaları aracılığı ile piyasaya müdahale etmekte olduğundan rezervlerinin önemli bir kısmı azalmış durumdaydı. Yine kurlara müdahale etmek amacıyla BDDK tarafından Türk Bankalarının yurtdışında TL swap kapasiteleri sınırlandırılmış, bu da yabancı yatırımcılarda ciddi zararlara ve güven kaybına yol açmıştır. Öte yandan Merkez Bankasının politika faiz oranlarını daha önce, belki gereğinden önce ve fazla, indirmesi nedeniyle COVİD-19 salgını nedeniyle yapılan indirim çok etkili olamamıştır. Diğer taraftan Merkez Bankasının faaliyetleri nedeniyle oluşan karlarından ayrılan yedek akçeler de bu dönemde önemli ölçüde Hazine’ye aktarılmıştır.

Türk şirketlerinin özellikle yabancı para cinsinden borçluluk oranlarının yüksekliği, ABD Doları kurundaki artış sonrasında bu borçların vadelerinde ödenememesine ve özellikle kamu bankaları aracılığı ile bu borçların nispeten düşük faiz oranları ile yapılandırılmasına yol açmıştır. Kamu bankalarına gerekli kaynak ise, İşsizlik Fonu gibi aslında mevcut bir kriz gibi bir durumda işsiz kalacak çalışanlara destek olmak amacıyla işverenlerin çalıştırdıkları işçiler için ödedikleri primlerle oluşturulmuş bir fonun kaynaklarından temin edilmiştir. Hazine’nin borçlanma ihtiyacının da, faiz artışlarını engellemek amacıyla, İşsizlik Fonu gibi kamu aracılığı ile oluşturulan fonlardan temini yoluna gidilmiştir. Bütün bu yapılanlar, ekonomik kurumların bağımsız, bilimsel ve kapsayıcı bir bakış açısıyla olası gelişmeleri de dikkate alarak politika geliştirmeleri gerektiği gerçeğinden uzaklaşılarak yapılmıştır. Dolayısıyla ülkemizdeki ekonomik kurumlar COVİD-19 salgınına ve bu salgının ekonomideki etkilerine hazırlıksız yakalanmışlardır.

Sonuç olarak, diğer tüm politika üreten kurumlar gibi ekonomik kurumların da yetkin ve kapsayıcı olmaları, görüşlerini bilimsel gerçeklikleri temel alarak popülist politikalardan bağımsız olarak üretmeleri ve uygulamaları gerekmektedir.

  • Yaşanan COVİD-19 salgını, dünya yüzeyinde küreselleşmeyi yeniden sorgulanır hale gelmiştir. Özellikle sınırlar kapatıldıktan sonra tedarik zincirinin de kırılması, üreticilerin hammaddeye ve müşteriye ulaşmadaki zorluklar ülke ekonomilerini olumsuz etkilemiştir. Örneğin, krizin ilk başladığında Çin’in sınırlarını kapatması nedeniyle ülkemizde tekstil sektörünün avantajlı bir duruma geleceği yorumları yapılmış olsa da bu durum tekstil sektörü için gerçekten bir avantaj değil aksine olumsuz bir etki yaratmıştır. Zira her ne kadar kumaş üreticilerimiz, dikiş atölyelerimiz olsa da tekstil hammaddeleri olan iplik ve boya açısından son yıllarda kapanan iplik fabrikaları sonucunda tamamen Çin’e bağlı hale gelmiştik. Bu nedenle sanayi politikalarımızı tekrar gözden geçirerek son yıllardaki rant ekonomisinden çıkıp bir an önce üretim ekonomisine geri dönmemiz gerekmektedir. Bu durum medikal sektör gibi stratejik alanlarda çok daha önemlidir.
  • İleriki dönemlerde yaşanacak benzeri bir virüs salgınının etkilerini azaltmak amacıyla şu andan başlayarak gerekli tedbirler alınmalıdır. Bu tedbirler hem ulusal strateji oluşturmayı içermeli hem de doğası gereği bütün dünyayı ilgilendirdiğinden uluslararası beraberlikleri de zorunlu kılmaktadır. Bu kapsamda yurtiçinde halk sağlığı alanındaki çalışmalar artırılmalıdır. Tıbbın temel bilimlerinde ve biyomedikal alanda çalışmalar desteklenmelidir. Bu alanda ülkemizin insan kaynağı bakımında çok önemli avantajları vardır. Zira son yıllarda üniversite sınavlarında en başarılı öğrenciler Tıp Fakültelerini tercih etmişlerdir. Akıllı bir politika ile bu beyinlerin temel tıp bilimleri ile ilgilenmeleri sağlanabilir.

Virüs salgınları ancak küresel bir çalışma ile önlenebileceğinden bu konuda uluslararası işbirlikleri artırılmalıdır. Bu konuda oluşturulan Dünya Sağlık Örgütü gibi uluslararası kuruluşlar siyasetten arındırılmalı, bilimsel bir temelde, bağımsız çalışmaları sağlanmalıdır. Bu kuruluşlar, tıpkı nükleer veya kimyasal silahlanmaya karşı çalışan uluslararası örgütler gibi böyle bir durumun kullanılabileceği olası bir biyolojik saldırıya karşı savunma stratejileri geliştirmelidir. Zira böyle bir biyolojik saldırı nükleer veya kimyasal silahlardan daha yaygın ve daha etkili yıkıcılığa yol açabilir ve müdahale ancak uluslararası işbirliği ile etkin bir şekilde yapılabilir.

  • COVİD-19 Salgını otoriter rejimler tarafından kendilerini güçlendirici, demokrasiyi, insan haklarını, özgürlükleri ve uluslararası işbirliklerini yok edici sonuçlar çıkarmalarına gerekçe olarak kullanılabilecektir. Buna sivil toplum kuruluşlarınca mutlaka engel olunmalıdır. Zira otoriter rejimlerin bu çabaları diğer ülkelerde de benzer fikirlerin güç kazanmasına yol açacak, bu da insan hakları ve özgürlükler açısından bugün gelinen noktadan çok çok geriye düşülmesine sebep olacaktır. Nitekim 2. Dünya Savaşının yıkıcı, yok edici ortamından sonra böyle bir durumun yeniden ortaya çıkmasını engellemek amacıyla oluşturulan uluslararası kurumların, işbirliklerinin ve kazanımların yok edilmesi insan hakları ve özgürlükler alanında çok daha fazla yok edici etki yaratacaktır.

Öte yandan, COVİD-19 salgınından sonra yaşamımıza giren yeni davranış biçimleri, küresel şirketler, büyük veri oligopolleri gibi modern kapitalizmin vahşi unsurlarını güçlendirmemelidir. Şu anda yeryüzündeki yaşayanların bütün verileri, 3 büyük Amerikan şirketinde depolanmaktadır. Öte yandan COVİD-19 salgını, bu salgınla mücadele etmek için insanların yaşam alanlarının sınırlandırılmasını ve hareket bilgilerinin izlenmesi gerektiğini ortaya koymuş ve insanların geneli de bu sonucu kabullenmiştir. Böyle bir durum, insanların özgürlük alanına müdahale için geçerli bir imkan olarak ortaya çıkmaktadır. Bu hem otoriter rejimler için, hem de büyük veri şirketleri için kullanılmak istenecek bir fırsattır. İşte bu durumun önüne geçebilmek için gerekli önlemlerin alınması, gerekli kurumların oluşturulması gerekmektedir.

Karantina sürecinde gelişen uzaktan erişimle eğitim, online alışveriş, mobil ödemeler gibi yeni teknolojilere de bu açıdan bakılmalı, kişisel verilerin yanlış kullanımlarının önüne geçebilmenin stratejileri geliştirilmelidir.

İdeal Toplum Derneği



Bir yanıt yazın